Home Page
cover of 0473-kurbanKesmeninAdabVeUsul
0473-kurbanKesmeninAdabVeUsul

0473-kurbanKesmeninAdabVeUsul

Ebu Muhammed Enes

0 followers

00:00-01:01:30

Nothing to say, yet

Podcastspeechmale speechman speakingnarrationmonologue
0
Plays
0
Downloads
0
Shares

Audio hosting, extended storage and many more

AI Mastering

Transcription

الكريم الذي لا إله إلا هو الحي القيوم وأتوب إليه الحمد لله رب العالمين والسلام والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بسم الله الرحمن الرحيم رب شرح لي صبري ويسر لي أمري وحل العبدة من لساني يفقه قولي آمين بحرمة سيد المسلم Aziz müminler, muhterem müslümanlar yaklaşan mübarek kurban bayramının alametleri, işaretleri ve mereketlerinin göründüğü şu sıralarda elbette ki bu günlerin ve bu dakikaların ehemmiyetini, önemini, değerini, lüzumunu mevzu bahsetmek ve cemaat-i müslümin arasında bu günlerde bu hususların konuşulması, sohbet edilmesi, konu edilmesi gerekli ancak bunlar tabi ki temel meseleler asıl meseleler anlaşılmadan temel mevzular halledilmeden bu konuların, bu mevzuların da anlaşılması mümkün olmuyor ve iş nerede olursa olsun gelip asıl meseleye, itikadi meselelere dayanıyor poparlör pek yerinde görünmüyor ama yankı yapıyoruz temel mesele dediğimiz imana taalluk eden itikada taalluk eden meseleler tabi her şeyin temeli, esası itikada, inanca, imana, inanmaya dayanıyor inanmayan bir insana itikadi meselelerde yeterli bilgiye ve enerjiye sahip olmayan bir insana ne yaparsanız yapın, netice almanız mümkün değil kurban kesmek ameli bir harekettir amele taalluk eden bir şeydir bayram namazını kılmak yine ameli bir iştir ama her birisi ayrı ayrı itikadi temele oturması lazım imana taalluk eden hususlarda zemini sağlam tutmak lazım eğer ibadet olacaksa ve bundan da bir sevap umuluyorsa ki ibadetlerden maksat sevaptır sevaptan maksat da Allah'ın rızasını kazanmaktır o zaman bu işin esaslarına, usullerine ve temelde buyurması icap eden hususlara tam anlamıyla riayet edilmesi lazım onun için bugün bu hususlarda bizatihi kurbanın veya kurban bayramının teferruatıyla değil de kurbanın ve kurban bayramının taalluk ettiği asıl meseleler ve gerçekten Müslümanların bugün çok büyük çapta ihmal ettikleri birkaç hususu Ezan-ı Muhammedi okununcaya kadar sohbet tarihiyle arz etmeyi düşündüm Rabbi Rahimi Zül Celal zünnemizi her vesileyle her vasıtayla rızasına, rahmetine ve cennetine nail edesin inşaAllah. Efendiler öyle meseleler var ki bütün peygamberlerde bütün peygamberler dediğimiz sayısını gerçek olarak Hazreti Allah biliyor ne kadar peygamber geldiğini tersin olarak bilemiyoruz bildiğimiz bir şey varsa bazı kaynaklarda yüz yirmi dört bin peygamber denmektedir yüz yirmi dört bin peygamberin geldiği söylenmekte ama yine hakikatini mahiyetini Allahu Azimüşşan bilir diyoruz çünkü hiçbir kavim, hiçbir topluluk hiçbir cemaat, cemiyet yok ki onlara peygamber gelmiş olmasın da deniyor Kur'an'da bu toplulukların sayılarını bilen yok bu kavimlerin, kabilelerin, aşiretlerin cemaatlerin, cemiyetlerin sayısını bilemediğimiz için bunlara ne kadar peygamber geldiğini de tespit etmek mümkün değil ama bildiğimiz kadarıyla yüz yirmi dört bin peygamber gelmiştir ve bunların getirdikleri meseleler ortak meseleler bütün peygamberlerde aynen devam eden aynen ilan edilen, bildirilen ortak meselelerden birisi de işte bugün mevzu bahsedeceğimiz hususlardan birisidir niçin kurban kesiyoruz niçin kurban bayramına hazırlanıyoruz bunların dayandığı temeller nelerdir bunların dayandığı asıl meseleler hangileridir bütün bunlar bu hususlarda bu konunun etrafında yapılan açıklamalarla meydana çıkacak ve inşallah zihinlerimizde kapalı kalan bazı hususlarda açıklanmış olacak aziz müminler, muhterem müslümanlar görüldüğü gibi görüldüğü gibi bu yüz yirmi dört bin peygamberin Kur'an'da da isimleri bildirilen yirmi sekiz peygamberin getirdiği ortak meselelerden hepsinde de aynen bildirilen, belirtilen mevzulardan birisi de istikbal meselesidir istikbal bugün dünya müslümanlarının en çok hata ettiği yanlış değerlendirdiği eksik hareket ettiği hususların başında da bu geliyor istikbal meselesi gerçi bu kelimeyi kullanıyoruz dilimizde, lisanımızda oldukça yaygın bir kelime kullanılan bir kelime, istikbal gelecek konusu fakat sokakta yürüyen insanlardan herhangi birine yaklaşıp da sorsanız beyefendi istikbalden ne anlıyorsunuz? istikbal deyince aklınıza ne geliyor? nasıl değerlendiriyorsunuz diye sorsanız göreceksiniz ki 100 kişide 99'u Kur'an'dan hariç sünnetten hariç cevaplar vereceklerdir yanlış değerlendireceklerdir biz bunu yakine görüyoruz o halde temel esaslardan birisi olarak istikbal deyince ne anlamamız lazım? onların anlamak zorunda oldukları mana nedir? gaye nedir? ve bu hususta Kur'an'daki sünnet-i Muhammediye'deki meseleler, ayetler, hadisler, izahlar ne şekilde tecelli ediyor? bütün bunlar hakikaten değil bir cuma sohbeti, bir kaç konferans şeklinde ona aktarılacak meseleler ikbal ediyor. Efendim, Kur'an'ı bil, mümini anlatırken, müslümanı anlatırken daha en başta Fatiha sure-i şerifesinden hemen sonra, 2. sayfada yer alan Bakara suresinin en baştaki ayetlerinde Rabbimiz mümini tarif ederken, mümini tavsiyif, yani sıfatlandırırken, anlatırken Ellezîne yü'minûne bil-gayb tabirini kullanıyor. Ellezîne o müminler, o müttakiler öyle kimselerdir ki yü'minûne inanırlar. Bil-gaybi gayba inanırlar. Gayba iman ederler. Gayb demek malumunuz gözle görülmeyen. Elle tutulmayan, gözle görülemeyen alemler, alametler, bir cümle gözlerin göremediği duyu organlarının yakalayamadığı şeylerin hepsine birden gayb kelimesi ifade edilmiş. Gaybi manalar. Evet. Ellezîne yü'minûne bil-gayb Müminler o kimselerdir ki gayba iman ederler. Gözleriyle görmedikleri halde bazı esaslara iman ederler. Demek ki aziz müminler istikbal de esas konumuzu teşkil eden istikbal de gözlerimizle göremediğimiz halde inanmak zorunda olduğumuz hususlardan birisidir. Geleceğimiz istikbalimiz görülen şeylerden değildir. Henüz görünmemiş, tecelli etmemiştir. Gelecektir. İleride olacaktır. İstikbal demek ileride olacak demektir. Henüz olmamış demektir. Şu anda, şu halde olmamış fakat gelecekte, ileride olacak şey istikbal. Ama o nedir? Onu değerlendirmek hususunda yanlışımız var. Eksikimiz var. Ve Müslümanların başka insanlardan ayrıldığı en mühim noktalardan birisi bu. İstikbal meselesi. İstikbalin ne olduğunu anlamak hususu Müslümanları gayri Müslümanlarına ayıran en mühim özelliklerden birisi. İşte bunu da Ellezîne yü'minûne bil gayb ayeti çok güzel açıklıyor. Müminler öyle kimselerdir ki onlar gözleriyle görmedikleri varlıklara, alemlere inanırlar. Gözlerimizle göremediğimiz halde inandığımız şeyler nelerdir? Evvela Hz. Allah'tır Celle Celaluhu. Allahu Azimüşşan'ı gözle görmek mümkün değildir. Ama Allah'a sonsuz hamdü sena olsun ki iman etmişiz. Amen fü billahi dediğimiz nedir? Diri organlarımızla tespiti mümkün olmayan bir kudretin varlığına iman etmiş olduğumuzu gösteriyor. Ve melaiketihi Allah'ın meleklerine melekler de duyu organların tespiti mümkün olmayan varlıklar. Gözlerimizle göremediğimiz varlıklar yani gayba taalluk eden meselelerdir. Gayb demek gözle görülmeyen. O halde demek ki iman esaslarından tek çoğu tek çoğu hele bu asırda bu devirde yaşayan müminler için iman esaslarının 124 bin peygamberin getirdiği iman esaslarının hemen tamamı gayba yani gözle görülmeyen hususlara taalluk ediyor. Ve kütübihi o kitapların da tabi Allah katından geliş şekli Cebrail namındaki peygamberlere vahiy getiren, kitap getiren ayetleri taşıyan melekle gözle görülemeyen bir varlık olmak aysiyetiyle o da gayba taalluk ediyor. Ve rusulihi Allah'ın peygamberleri biz hiçbir peygamberi görmedik. Ve biz hiçbir peygamberi görmeden iman ettik. Bizim için peygamberler de gayba taalluk eden meselelerden. Hiçbirimiz görmüş de öyle inanmış değiliz. Görmeden inanmışız. Ve bil yevm-il ahir ahiret gününe yani dünyadan sonraki hayata dünyadan sonra tecelli edilecek ebedi hayata yani ahirete de iman etmişiz. O da gayba taalluk eden meselelerden. Gözle görülen bir şeydir. Tespiti mümkün değil. Elini boynunu ölçmek mümkün değil. Ahiret nedir? Ölçemezsiniz. Ahiret nedir? Tespit edemezsiniz. Şu kadardır, şu öyledir diyemezsiniz. Çünkü gayba bağlı gözle görülemeyen gözlerimizle yakalamamız mümkün olmayan alemlerden oluyor. O halde muhterem müminler, demek ki müminleri müslümanları diğer insanlardan ayıran gaybi müslümanlardan farklı hale getiren temel meseleler imana taalluk eden meseleler başta yer alıyor. Demek ki bütün özelliğimiz müslümanların hususiyetleri müslümanların şahsiyetleri müslümanların karakterleri müslümanların kabiliyetleri müslümanların emniyetleri müslümanların ehliyetleri müslümanların kişilikleri ve kimlikleri imanları taalluk ediyor. Müslümanların itimatları, güvenleri yine bu iman esasına dayanıyor. Bugün müslümanlar arasında güven kalmamışsa birbirlerine itimat edemiyorlarsa müslümanlar bir araya gelemiyorlarsa, anlaşamıyorlarsa dünyevi meseleler etrafında kavga ediyorlarsa birbirlerine çekişiyorlarsa çatışıyorlarsa temel meselelerdeki eksiklerden ortaya çıkıyor. Hatayı noksanlığı burada aramak lazım. Müslümanlar arasında aldatmalar yalanlar, yanlışlar artıyorsa, artmışsa müslümanlar sözlerinde durmuyorlarsa müslümanlar ahde vefa etmiyorlarsa müslümanların çekleri, senetleri, ciddiyetini kaybetmişse temelde ahirete olan imanı sarsılmasından mesele doğmak lazım. Hatayı buradan aramak lazım. Asıl meselelerde noksanlık başlıyor. Onlar işin en sonunda meydana gelen fakat temelde esasta büyük noksanlıklar var. İş adamlarımızın yaptıkları işlerin sürüklüğünde ürettikleri malların neticede haklarını vermemiş olmalarında ve bütün bu yaşadığımız hayatın olumsuzlukları bütün bunalımların sıkıntıların insanlar arasındaki geçimsizliklerin kavgaların, davaların temelinde kesinlikle ahirete olan imanın sarsılmasından kaynaklandığını göreceksiniz. Evvela oradan başlıyor mesele. Hiç başka yerde aramayın. Hiç başka yerde aramamak lazım bu eksiklerin, bu noksanlıkların bu bunalımların sebebi. Temel oraya dayandı. Çünkü istikbal konusunda yanlış değerlere yanlış yorumlara, yanlış izahlara taktırılmışız. İstikbal deyince neyi kastediyoruz? Evvela bu hususu düzager etmemiz lazım. Evvela bu hususu ele almak lazım. İstikbalden maksadınız dünya hayatı mıdır Müslümanlar? Ey Müslüman istikbal deyince sen dünya hayatını mı anlıyorsun? Önce buradan yola çıkmak lazım. İslam'a göre Allah'ın kitabına göre Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa sallallahu teala aleyhi ve sellemin sünnetine göre sünnette istikbal meselesi dünya ile alakalı mesele değil. Esas istikbal öldükten sonra dirilmeyi dirildikten sonra hesap gününde hesap vermeyi hesap gününde de başarıyla hesabını verip bir Müslümanın cennete girmesi bir istikbal. İstikbalimiz budur. Bütün peygamberlerin getirdiği temel meselelerde işte bu nokta vardır. Peygamberlerin getirdiği sistemin, imanın terbiyenin dışına çıkan toplumlar bütün hususiyetlerini kaybetmişlerdir. Bütün sahtiyetlerini kaybetmişlerdir, benliklerini kaybetmişlerdir. Bugün insanlar alınıp sakılan eşya haline gelmişlerse sözünde durmamışlarsa kişiliklerini kaybetmişlerse, şahsiyet kayıt etmişlerse milletvekilleri, devlet bakanları, cumhurbaşkanları iş adamları, sanayiciler, gazeteciler basın mensupları adeta hem aldatıyor aldatılıyorlarsa alınıp sakılıyorlarsa iman söylüyorlarsa vatandaşa aldatıyorlarsa halkı yanıltıyorlarsa temelde ahirete olan imanın yokluğu ve istikbal kelimesinde ve manasında meydana gelen yanlışlıktan doğmaktadır. Bunu böyle anlamak lazım. Bunu böyle düşünmek lazım. Hayatının hesabını vereceğine hayatının hesabını hesap gününde mevme yakuhumul hesab diye devamlı dilimizden düşürmediğimiz hesap gününde hayatının hesabını verecek olan vermeye inanmış olan bir insanın dünya hayatında hesapsız davranması mümkün müdür? Hesapsız konuşması mümkün müdür? Evvela bizim felaketimiz buradan başlıyor. Rastgele konuşmak, rastgele iş yapmak, yapmayacağını söylemek, verdiği sözde durmamak, hepsi imansızlık alametidir. Ahirete olan imandaki eksiklikten doğmaktadır. Rabbimiz ne buyuruyor? Hiçbir insanın ağzından çıkan kelime yoktur ki onu mürakabe altında tutan melekler tarafından kayda geçirilmesin diyor. Allah'ın ayeti bu. Ağzınızdan çıkan her kelime mürakabe, sizi kontrol altında tutan melekler tarafından ağzınızdan çıkan her kelime kayda geçiriliyor. Biz böyle inanmak zorundayız. Kur'an böyle inanmamızı temsil ediyor. Böyle inanmayan bir kimse ebediyen Müslüman olamaz. Ağzından çıkan her kelimenin banda geçtiğini, kayda alındığını kabul etmeyen, tasdik etmeyen bir kişi vallahi Müslüman olamaz. Ayet mesai. Mürakip melekler var. Hayrımızı, şerrimizi yazan melekler olduğunu ta temelde çocuklara amen diyor anlatırken anlatmıyor muyuz? Demek ki Müslüman toplulukların çözülmesinde, bozulmasında, kopuşmasında, yıkılmasında evvela temel itikadi meselelerin yıkılması mevcut. Evvela bizi itikaden yıkmışlar. İnanılması gereken meselelerde evvela bizi tahribata uğratmışlar, ondan sonra rahat rahat yıkıma zemin bulmuşlardır. İtikaden yıkılmayan, ahlaken yıkılmayan bir milleti kimse yıkamaz. Hadise bundan ibarettir. Eğer bugün yapılan inşaatlar yıkılıyorsa, inşaat adam beş kat, yedi kat, on kat neyse bina inşa ediyor. Müteahhit adam, iş adamı ve bu bina vaktinden evvel, hesaplarından evvel çöküyorsa, çatlıyorsa, bozuluyorsa, bir tarafı göçüyorsa, bunu yapan adamın imanı göçtüğünden dolayı göçmektedir. Bunu yapan müteahhit, hayatının hesabını Allah'a vereceğine inansaydı, binanın hesabını sağlam yapardı. Çakılın hesabını, demirin hesabını, kumun hesabını, malzemenin hesabını yaparken, ahiret gününde yattığı her şeyin hesabını Allah'a vereceğine tam saymasıyla inansaydı, imanında zafiyet olmasaydı, yaptığı binada da zafiyet olmayacaktı. Yaptığın inşaatdaki zafiyet, imanındaki zafiyeti gösteriyor. Hadise bu. Ve hayatta kalamayışımızın sebebi de bu. Şimdi tarihe bakıyoruz, Osmanlı, İslam devleti, 3 kıtar devletlerinde al 140 tane kalmış. Dehşet veren bir hadise. Yeryüzünün en güçlü, en kudretli devletlerinin başında tarihte Roma İmparatorluğu geliyor. Romanium Imperium, Roma İmparatorluğu, Sedar, falan filan, hepsini duydunuz. Dünyanın en güçlü, en militarist, en orducu, silahlı kuvvetlere dayanan, en kuvvetli devletlerin, hükümdarlıkların cihangirliğinin başında Roma İmparatorluğu geliyor. Yeryüzünde 194 sene ancak kalabilmiş. O da zulümle, baskıyla, silahla, askerle. Osmanlı Devleti, 3 kıta üzerinde 640 tane kalmış. Ve bir tek insanın burnu kanamamış. Niye? Osmanlı Devleti'nin başındaki hükümdarlar, ahirete inanan insanlardı. Bir kişinin burnu kanarsa, ebedi hayatını kaybederim, istikbalim mahvolur, cehennemde kalırım diye korkuyorlardı. Bu imana dayanmışlar. Hadise budur. Ve tabi bu inancın, bu itikadın neticesi adalettir. Dünyayı ahirete hazırlanmak için bir vesile sayıyorlardı. Dünyada olmanın maksadı, dünyada yaşamanın gayesi, ahirette ebedi saadeti temin etmek makasına mahvoldu. Dünya gaye değildi. Evvelce, Müslümanların itikadında, inancında, dünya gaye değildi. Dünya vasıtaydı. Amaç değildi, gaye değildi. Gaye, dünyayı vasıta ederek ebedi saadeti, ebedi itikbali kazanmaktı. Bugünkü insanların gayesi dünya. Halbuki dünya gaye değil. Eğer dünya, insanların gayesi olsaydı, gaye dünyada mal kazanmak, eşya toplamak, zengin olmak, gayrimenkullere sahip olmak, yalınarak köşklere sahip olmak olsaydı, gaye bu olsaydı, hiç kimsenin ölmemesi lazımdı. O villasından, yalısından, köşkünden çıkartılıp da mezarlığa götürülmemesi lazımdı. Ha bu ne diyor lan? Hem de niçin götürüyorsunuz diyemiyorum. Ölüp ölmez, apar topar herkes, tapusu kendinde bulunduğu evinden çıkartılıp götürülmüyor mu? Kimse itiraz edebiliyor mu? Kimse karışır. Demek ki dünya gaye değildir. Dünya, asıl varlığımızın sebebi dünya değil. Biz burada kalmak için gelmedik. İstikbalimiz dünya değil. İstikbalimiz dünyalık değil. Dünyadan başka bir aleme gidiyoruz. İstikbal burada yok. İstikbal dünyadan sonra başlıyor. İşte bizim yanlışlarımız burada. Eğitim sistemlerimiz bu yanlışa dayandırılmış. Milli eğitim sistemi tamamen yanlış temeller üzerine oturtulmuştur. Sıfır söylüyorum. İlkokullarda beş sene çocuklara ezberletiliyor. Her sabah okulun bahsesinde okul müdürü veyahut da sınıf öğretmeni tarafından yavrulara, Müslüman Türk milletinin çocuklarına kapağın gibi söylettiriliyor. Nedir? Türk'üm, doğruyum, çalışkanım, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak. Bakın bu lafların gerisinde yetişen nesle bakın. Bu sözleri beş sene sövmeye sövmeye ilkokulu bitiren, sonra ortaokulu bitiren, sonra liseyi bitiren, sonra üniversiteyi bitiren neslimize bakın. Sağlam tek insan bulamayacaksınız. Nerede doğruluk? Nerede dürüstlük? Nerede büyüklerine saygı? Nerede küçüklerini korumak? Nerede böyle bir nesil? Demek ki bu sözlerin gerisinde ebedi hayata olan itikadın, hayatının hesabını vereceğine göre hayatın düzenlenmemiş olması ve bu boşluk, bu uçurum neslimizi bugünkü perişan hale getirmiş. Bitirmenin mümkün olmayan musibetlerden eğlenceli oluyoruz. O halde demek ki bu itikadi zafiyetin ortadan kaldırılması lazım. Bu halledilmeden hiçbir şey halledilemez. Cemaat-i Müslüminin bu itikadi boşluğu, imana sağlık eden zafiyeti halledilmeden hiçbir şey halli mümkün değil. Temel meselelerde Müslümanlara ihbaf etmesi lazım. Efendiler! Dünyayı nasıl telaffu etmeliyiz? Dünyayı nasıl kabullenmeliyiz? Kur'an-ı Kerim bunu bize açıklıyor. Başkasından talimat almaya gerek yok. Kur'an-ı Kerim ne diyor? Bakın! Türkçemizde kullandığımız kelimeler ayet-i kelimelerde yer almış. Bakın Kur'an'da! Dünya hayatı demek. Dünyada yaşadığımız hayatın adına dünya hayatı deniyor. Ama ne diyor Kur'an-ı Kerim? Sizi aldatmasın dünya hayatı. Ne demek bu? Dünyada devamlı kalacak değilsiniz. Dünyadan gideceksiniz demektir. Siz dünyaya, dünyada kalmam için gelmediniz. Ey varlığıyla övülen, fervetiyle gururlanan, ülkiyetiyle aleme yukarıdan bakan insanlar! Dünya hayatı sizi aldatmasın. Böyle kalacak değilsiniz. Gençseniz, gençliğiniz gidecek. Varlıklıysanız, bir gün varlığınızdan ayrılacaksınız. Adı İslam'ın terbiyesine bakınız. İşte buralarda eksiğimiz vardır. Buralardan başlıyor bütün felaketlerin başlangıcı. Bu noktalardaki zafiyetten başlıyor Ümmet-i Muhammed'in musibeti. Neredeyse Ümmet-i Muhammed'i tanımak mümkün değil. Ümmet-i Muhammed elbette terbiyesini, ahlakını, inancını, kabiliyetini, felaketlerini İslam'dan alması lazım gelirken, görünüyor ki İslam'dan uzaklaşa uzaklaşa gayrimüslim topluluklardan, yaşayış bakımından adeta fakir hale geldi. Fakir tarihimize, ebedi hayata, istikbal anlayışıyla, istikbal inancı içinde yaşayan o müminler, mümin ecdadımız, dünyayı gördüğünüz gibi eserlerle donatmışlar. Tarihte bugün iftihar ettiğimiz, övündüğümüz bütün eserlerin temelinde işte bu iman yazıyor. Düşünün mesela, bir Mimar Sinan'ı düşünün. Mimar Sinan. Normal bir insan gibi yaşamış. Ama nasıl bir imana, nasıl bir inanca, istikbal imanına, ahiret imanına sahiptir ki hayatını, dünya hayatını elinden alınmadan önce, dünyadan göçmeden önce, bir gün bu hayattan çekip gideceğim diye inanmış olmasının neticesi olarak hayatını öyle değerlendirmiş ki hayatında yapmış olduğu eserlerin sayısı 444 esere ulaşıyor. Camiler, çeşmeler, köprüler, kervan paraylar, imarethaneler, aşhaneler, şifahaneler, vakıflar. 444 esere imza atmış. Ben öldükten sonra arkamdan hayır gelsin, ebedi hayatı bulayım, Allah'ın rızasına ineyim, cennete gireyim diye dünyada bir an boş vakit geçirmemişim. İnanmasaydım öyle olurdum. Ve bizim bugün övündüğümüz, iftihar ettiğimiz bütün eserler işte o imanın mahsulü olarak tecelli etmiştir. O zamandan kalmıştır. Bugün temelde böyle bir iman mahsulu, itikad zafiyeti olduğu içindir ki gördüğünüz gibi hiçbir kayda değen bir varlığa ve bir esere sahipteyiz. Herkes dünyasını başa almış, sanki ebediyen burada kalacakmış gibi, hiç gitmeyecekmiş gibi, hayru hakena'da hiç ihtiyaç yokmuş gibi, hatta ahiret yokmuş gibi, hayatının hesabını vermeyecekmiş gibi bir hayat yaşamaktayız. Sanki bu salla taşından kalkanlar bizim aramızdan gitmiyorlarmış gibi, fezadan gelip fezaya gidiyorlarmış gibi, adeta ebedi hayatı unutmuş görünüyoruz. Hesapsız yaşıyoruz. Muhasebesiz yaşıyoruz. Amel defterine hangi bir kayda değen bir şey düşürmeden yaşıyoruz. Ve bütün bunlar gide gide topluma sırayet ediyor, birbirine baka baka bu insanlar aynı gafletin, aynı cehaletin, aynı hıyanetin nümunesi haline geliyorlar. Ve toplum hıkla bozuluyor, cemiyet bozuluyor, cemaat bozuluyor. Halbuki Kur'an'ın bu hususlarda Ümmeti Muhammed'i muazzam ikaz ediyor, imşad ediyor. Ve bu yanlış tutumumuzu, yanlış davranışımızı, yanlış yaşayışımızı devamlı ikaz ederek bizi uyarmaya çalışıyor. Fakat insanlar alabildiğine, alabildiğine nefis neyi arzu ederse, insanın keyfi ve zevki neyi arzu ederse, o istikamete doğru bakıp gitmekteyiz. Fakat neticeyi değiştirmek mümkün değil. Hiç kimse kabir kapısını kapatamıyor. Hiç kimse ölüm denen akıbetten kaçamıyor. Sonu netice itibari dünyadan gitmekten başka bir şey olmuyor. Ama olan yine kendisine oluyor. Hazırlıksız ölüyor, tedarisiz ölüyor, hayru hazinatsız ölüyor ve öbür alemde istikbal denilen asıl alemde bomboş, sermayesiz, manasız, davasız, sevdasız, gayesiz bir ömrün sonuncusu olarak mahşere geliyor. Bugün bakın, zaman zaman söylediğimiz gibi, Türkiye'nin en büyük zenginlerine bakın. İsimleri sizce malum, edince malum. Bakın bu zenginlere. Milyarların sahipleri, trilyoner olmuşlardır. Nice fabrikaların sahipleri, nice sanayi tesislerin sahipleri, şirketlerin sahipleri, hodjiklerin sahipleri, nefisleri neyi arzu etmişlerse yapmışlar. Nereye gitmek istiyorsa nefsi gitmiş. Görülmesi gereken dünyada hangi kıtada bir yer varsa uçakla atlamış gitmiş. Fakat bu büyük zenginler isimleri sizce bilmez zenginlerin daha hiçbir tanesi Beytullah'a, Hazreti Muhammed Mustafa'nın kürbesine gitmemişler. Niye? Adamlarda iman zafiyeti var. Dünyayı değerlendirmeleri yanlış, istikbal anlayışları yanlış, hesapları yanlış adamların. Bütün dünyayı dolaşmışlar fakat Habibullah'ın bulunduğu Ravza-i Muzahharaya gitmemişler. Hodjiklerin sahipleri, milyarların sahipleri. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi arayın göreceksiniz ki temelde vebi yevmil ahiri ahiret gününe inanmadıkları işi böyle olmaktadır. Dünyayı ebedi zannediyorlar. Varlıklarını ebedi zannediyorlar. Buradan gitmeyecekmiş gibi düşünüyorlar. Kültür yanlış, bilgi yanlış, düşünce sistemleri yanlış, aldıkları terbiye yanlış bu adamların. Temel yanlış. Elbet böyle olacak. O halde aziz müminler, muhterem Müslümanlar Sela tavuren ümül hayatü dünya işte bize bunu ifade ediyor. Ve dünya hayatına aldanmayın, gururlanmayın, sibirlenmeyin derken bu manaya aşılıyor. Onun için aramızda bu yanlış düşünce içinde olan yanlış değerlendirme durumunda olan kardeşlerimiz inşaAllah yoktur. Eğer çevremizde, mahallemizde, muhibimizde, dostlarımızın arasında bu gibi insanlar varsa lütfen ikaz edin. Merhametle ikaz edin. Bu fani hayatı bu şekilde tüketip gitmesinler. Muhabbetle ikaz edin. Merhametle ikaz edin. İrşad edin, anlatın, aydınlatın ki bu fani hayatı böyle boş, değersiz, manasız, rayetsiz tüketmesinler. Bir bakıma çevremizdeki insanlara bu gerçekleri anlatmakla da mükellef buluyoruz. Duyduktan sonra, dinledikten sonra, anladıktan sonra, aynı duyguları, aynı düşünceleri çevremizde anlatmakla mükellefiz. Başka kim anlatacak? Bu doğruları, gerçekleri bilen her an bildiğini, yakınlarını anlatmakla da mükellef. Susmamak lazım. Muhterem kardeşlerim, bakınız, dünya intikamımıza göre istikbal değil. Asıl istikbalimiz, dünyadan sonraki ebedin saadeti yakalama gayesine mahsus bulunuyor. Dünyayı bir vasıta olarak kabul etmek zorundayız. Mümin olmanın gereği budur. Müslüman olmanın şartı budur. Dünyayı gaye kabul etmeyeceksin. Dünya bir vasıtadır. Ne vasıtadır? Allah'ın rızasını kazanmaya, cenneti kazanmaya, cemalullahı kazanmaya, ebedi saadeti kazanmaya vasıtadır dünya. Öyle inanmadıkça dünyayı değerlendiremeyiz. Eşyayı değerlendiremeyiz. Takılır kalırız. Sonunda hüsreme uğrayınca doğururuz. Sadi Şirazi bir misal veriyor. Büyük alim, büyük mütefekkir diyor ki, bazı köylerde eskiden tekmez yaparlarmış. Tekmez. Dur ağacından yahut yüzünden asmadan neyse, tekmez yaparlar. Sonra da derinliği az olan kapların içerisine tekmezi koyarlar. Güneşin önünde daha iyi özletsin diye güneşin önüne koyarlarmış. Damlarda, açık yerlerde güneşin önüne koyarlar ki o tekmez takık gibi olsun, özletsin. Bunu misal veriyor Sadi Şirazi, diyor ki o içinde tekmez bulunan ve güneşin önünde, güneşin altında daha da özletsin diye konan o tekmez kaplarının, tekmez tepsilerinin girin yakınına bakın diyor ey insanlar. Bakın bakalım ne göreceksiniz. O tekmezin kıyısında, tepsinin içinde bulunan tekmezin kıyılarında saplanıp kalmış ve ölmüş yüzlerce sinek göreceksiniz, arı göreceksiniz. Arılar gelmiş, sinekler gelmiş ve o tepsinin kıyısından tekmeze o tatlı olan şeye yaklaşmışlar fakat saplanıp kalmışlar ve ölmüşler. Bunlar niçin öldüler diyor bu sinekler? Bu arılar niçin öldüler tekmez tepsinin kenarında? Zira bunlar öyle bir iştahla, öyle bir arzuyla bu tekmeze hücum ettiler gidiyor taklaya, hallerine bakmadılar, gaflet içinde kaldılar, cilinlerine yani çatlarına, yakılarına bakmadan o koca tepsideki tekmezi yutacakmış gibi saplandılar. Hepimizin olsun diye daldılar. Tamamını alırız diye daldılar fakat onların alacağı bir damlacıktı tedbirsiz girmeler, tesadüf girmeler, tekmez tepsine saplanıp kaldılar, öldüler ve yetmiş gittiler diyor. Ey insan sen dünyada ebedi kalmayacaksın, dünyaya tedbirsiz yaklaşma, hesapsız yaklaşma, hayatının hesabını göreceğin kadar hayatını saplanıyorlar. Yoksa yok olup gidiyor insanlar. Olup bitenlere ibret almak lazım. Hayatı çok iyi değerlendirmek lazım. Allah'ın bizden istediği şeyleri ihmal etmemek lazım. Bir çok şeyler dünya için değil, dünyadayken ahiret için yapmamız lazım. Bakınız mesela ana rahminde hepinizin bildiği gibi çocuklar ana rahminde cenin dediğimiz cenin adıyla saflarda yaşıyor. Ana rahminde dünyaya hazırlanan yavruları biliyorsunuz. Ana rahminde bulunan yavru, çocuk orası için hazırlanmıyor. Ana rahmindeki çocuğa göz veriliyor, ayak veriliyor, kulak veriliyor, dudak veriliyor, tırnak veriliyor ama hiç kimse orası için değil. İki tane göz takılıyor ana rahmindeki çocuğa fakat gözler orası için değil. Çünkü orası karanlık. Güneş yok, bir şey yok ana rahminde. Göz bir işe yaramaz. Ana rahminde çocuğa ağız takılıyor, ağız bir işe yaramıyor. Orası için değil. Ağızdan beslenmiyor çocuk ana rahminde. Göbek hortumuyla besleniyor, annesinin kanıyla besleniyor. Ağızda lüzum yok ana rahminde. Gözde lüzum yok, ele lüzum yok, ayağa lüzum yok. Onlar ana rahmi için verilmiyor. Ana rahmi için veriliyor, dünya denilen bir alem var. Çocuk oraya gelecek diye veriliyor. Ama o yavruya sorsan, benim dünyam burasıdır zannedecek. Dünyadan haberi olmadığı için benim dünyam burasıdır diyecek. Hayır. İstese de istemese orada kalmayacak. Doğum yaklaştığı zaman dünyaya gelecek ve bu elinde olmayacak. Aynen dünyayı öyle düşünmek mümkündür Müslümanlar. Bizde dünyada kalacak değiliz. Bize verilen vazifeler var. Namaz vazifesi var, oruç vazifesi var, hak idaresi var, kurban kesmek vazifesi var, zekat vermek vazifesi var, cihat yapmak. Bunlar dünya içindeyim. Ya bunlar dünyadayken ahirete hazırlanmak için verilmiş bunlar. Tıpkı ana rahmindeki çocuğa verilen gözler gibi. Göz verilmiş ama orası içindeyim. El verilmiş ama orası içindeyim. Kulak verilmiş ama ana rahmi içindeyim. Başka bir dünya için verilmiş. Ona hazırlanıyor. Bizde dünyada aynen ana rahmindeki gibiyiz. Bütün bu vazifeler bize verilmiş ama dünya içindeyim. Ebedi hayatı kazanalım. Ahireti kazanalım. Allah'ın rahmetini kazanalım diye verilmiş. Orası içindeyim. Verilen servet imtihan için, verilen dünya imtihan için, alımız mülkümüz imtihan için, çoluk çocuk imtihan için, dünyada kalmak için değil, dünyada denenmek ve tecrübe almak için verilmiştir. Aman işte bunları yanlış değerlendiriyoruz. Yanlış bir hesabın peşindeyiz. Yanlış eğitildik. Yanlış okutulduk. Yanlış tahsil ve terbiye gösterildi bize. Ve İslami olmayan manalarla büyüdük ve bugün birbirine güvenmeyen, birbirini sevemeyen, birbiriyle anlaşamayan, ortaklaşamayan ve birbirinden güvenini, itimadını sarsmış bulunan insanlar topluluğu haline geldik. Bugün hakikaten toplumda en az bulunan şey güven. Kimse kimseye güvenemiyor. Kimse sözünde durmuyor. Kimse ahline vefa etmiyor. Yaparım diyor, yapmıyor. Yapacağım diyor, yapmıyor. Söz veriyor, yapmıyor. Milletvekilleri, parlamenterler, devlet bakanları, bilgumum, okumuş, okumamış bütün insanlar, adeta insanları gözünün içine bakar bakar bakıyor. Sebebi nedir? İşte bu müzdeye dayanmış. Bu noktaya dayanıyor. Bütün problemlerin, bütün zafiyetlerin, bütün sıkıntıların hemeni itikada ve imana dayanıyor. Evvela oradan başlamak lazım. İşte mesela Rabbimiz nasip ederse, kurban gününde kurban keseceğiz. Ne için kesiyoruz? Ne maksatla bu hayvanları kesiyoruz? Yine gün dolaşır göreceksiniz ki aynı mana gelip burada bütünleşecek. Allah'ın rızasını kazanmak ve bir hayrı yerine getirmek, bir emri yerine getirmek, çevremizdeki insanlarla bütünleşmek, paylaşmak, birleşmek, anlaşmak ve dünyada varlığımızın dünyada kalmayacağını, bir gün varlığımızdan koparılacağımızı, eşyamızdan ayrılacağımızı simgeleyen, işaretleyen en mühim ibadetlerle birisi de kurbandır. Ne yapıyorsunuz? Yığınla parayı verip aldığınız hayvanı, gerçi buralarda olmuyor esas itibariyle, kurbanı kurban kesmeye 10 gün kala alıp beslemek, o kadar faziletli, o kadar sevap gibi kitaplarımız, bir kimse 10 gün kala bayrama, 10 gün kala bir koç alsa veya orada ortaklaşarak aldıkları bir suları 10 gün evvel alsalar da besleseler, 10 gün müddetle sanki yüzlerce dervişin istiğfar etmesi gibi sahibine o hayvan istiğfar eder diyor. Her an istiğfar halindedir. Şehirlerde bu olmuyor tabi, nerede besleyeceksin, nerede bakacaksın. Ama para verip aldığımız bu hayvanı, kendimize hal ettiğimiz bu hayvanı Allah'ın emriyle kesmenin manasını anlıyorsunuz. Nedir bu? Bu bir sembol gibi, işaret halinde, Ya Rabbi Sen emrettin, ben bu hayvanı kesiyorum. Emrettiği için kesiyorum. İbadet olsun diye, Sen rızanı kazanayım diye kesiyorum. Günün birinde nasıl ki bu hayvan senin emrinle, benim de vasıtamla dünyadan ayrılıyorsa, bir günde Azrail senin dünyadan ayrılacaktır diyorsun. Onu teslim ediyor. Nasıl ki sen kurbanını kesiyorsan ve onun hayatına son veriyorsan, hiç anlamadığın bir zamanda, hazırlıksız bir anda, Azrail de, Allah'ın vazifeli kıldığı melek de, gelip seni hayattan ayırmayacaktır. Gitmeyecek misin? O halde, kurban keserken, nefsini kurban etmeyen, kurban keserken, şehvetinin arzusunu kurban etmeyen insan, hakikate kurban kesmiş değil, hayvan kesmiştir. Hayvan kesmek ayrı bir şey, kurban kesmek ayrı bir şeydir. Manada bakıyorum ben. Ey kurban kesen kardeşim, sen Hakk'ı zatında, işaret olarak kestiğin bir kurbandır, hayvandır ama, sen nefsinin arzularını kesmekle mükellefsin. Sen de birini kestiğin kurban gibi, dünyadan ayrılacaksın, eşyadan ayrılacaksın, varlığına ayrılacaksın, o halde Allah'ın dediği yolda yürümekten senden kurban olman manası takılır. Bu manada teslim ediyor. Yoksa mücevher bir hayvan kesmek istenmemiştir. Asıl gaye temsilidir. Telkin mahiyeti vardır. Ve kurban kesen Müslümanlara, hatta mümkün olsa da diyor kitaplarımız, herkes kurbanını kendi kese, kurbanını kendisinin kesmesi lazım. Esas, gecenebiliyorsa, yapabiliyorsa tabi, en faziletlisi budur. Niye? Kendisi gitsin ki hayattan ayrılmayı bizzat gözün gözüyle bunun sırrına erisin, manasına erisin, hakikatine uğrarsın. Kendisi kesemiyorsa, tesmiye vecin ettiği adam, kesen adam kimse o hayvanı keserken sağ elini kurbanın üstüne koysun diyor alimlerimiz. Yine mana buraya dayanıyor. Ey kurban sahibi, kurbanını kesemiyorsan kurbanın kesilirken sağ elini kurbanın üstüne koy diyor alimler. Niye? Ta ki sen günün birinde sen de bu dünyadan ayrılacağını anlayasın, o kesilen kurbandan sana da manası vermesin, sen de o tersi bir manadan kayalansın. Ve orada kurban kesmekten mücaddet mana et temin etmek değildir. Et meydana getirmek ve et toplamak manası yoktur. Allah-u Teala'ya yakın olmanın ve kesilen hayvan ile nefislerimizden, keyfimizden ve zevkimizden ve bir günde dünyadan ayrılacağınızı nefsimize telkin etmektir. Bunun içindir ki kurban kesmenin fıkhıyla alakalı bütün hususlar bu noktaya bağlamıştır. Mesela diyelim ki bir sıvır alacaksınız, ortaklaşa almak istiyorsunuz tabi, bir sıvıra yahut deveye diyelim, yedi kişiden fazla ortak olmuyor malumunuz. Yedi kişiyi aşmayacak. Din-i İslam böyle tespit etmiş. Neden yedi kişi? Onun da izanı oldukça geniş. Yedi rakamının çok yeri var İslam'da, yedi. İsa'nın günleri yedi, Sümeyye Fatiha'nın ayet sayısı yedi, efendim cennetin kapıları yedi, öyle yedi, yedi rakamı uzayıp gidiyor. Dinde çok yeri var her neyse. Yedi kişi ortak olabilir en fazla, altı da olabilir, beş de olabilir, dört de, üç de, iki de, bir kişide bir sıvıralık desebilir. Ama ortak olacaklarsa, fıkh kitaplarımız diyor ki, kaç kişi ortak olacaksa sınıra bu ortak olanların hepsi de kurban kesmek niyetiyle ortak olacaklar. Allah'a yakın olmaz ve Allah'ın emrini yerine getirmek ve kurban kesmek niyetiyle, kurbanlık niyetiyle ortak olacaklar. Bu ortaklardan birisi, fırsat varken ben de ortak olayım da, daha fazla et temin edeyim, daha çok et sağlayayım diye ortak olursa, hem kendisinin ve hem de diğer ortakların kurbanı batıl olur, hiçbirisi kurban kesmiş olmaz diyor kitaplarımız. Niye? Fersili manadır işte bu. Et toplamak maksadı yok. O ikinci plandadır. Kurban kesmekten maksat et, vallahi ikinci plandadır. Bu ikinci planda terbiyedir. Ete yönelik bir harçtır. Ete yönelik bir iş değildir. Bu çok önemli. Şimdi bunu anlatmak istemiştim. Kurbanın temelinde duruyorsunuz, Hazreti İbrahim var. Oğlu İsmail'i kurban adamıştı. Rabbimiz onların teslimiyetini çok sevdi. Oğlu İsmail'i tereddütsüz Allah yolunda kurban etmek, gayretini ve faaliyetini öylesine takdir ettik Rabbimiz. İnsan evladının, insan yavrusunun kurban olmasını Rabbimiz kabul etmedi. Onun yerine işte kurban edilmesi caiz olan hayvanları Rabbimiz emretti. Kurban olması gereken hayvanlar görüyorsunuz. Koyun dediğimiz hayvan, keçi dediğimiz hayvan, bir de sığır cinsinden olan hayvanlar, bunun dışında başka bir hayvan kabul etmiştir. Bunların da nasıl olacağını fıkıh kitapları inceden inceye açıklamıştır. Koyun ile keçi mutlaka bir yaşını doldurmuş olacak. Aman hata etmeyin. Vallahi kurban etmiş olmasınız. Sadakoğlu kurban olmaz. Koyunda bir istisna var, bir yaşını doldurmamış olsa bile gözünü doldurabiliyorsa, bir yaşlık gibi iri ve canlı bir hayvansa bu da kabul edilir demişti istisna olarak. Ama sığır cinsinde bu yok. Sığır cinsinden alacağınız kurbanlıklar mutlaka iki yaşını doldurmuş, üç, üçüncü yaşından bir olması lazım. Bir buçuk yaşındaki bir sığır, bir hayvan neyse ne kadar iri, ne kadar güçseli, ne kadar büyük görülse bile vallahi kurban olmaz, keserseniz kurban etmiş olmasınız. Anlamıyorsanız anlayan birisiyle gitmeniz lazım hayvan pazarına. Lütfen yanlış yapmayın. Deve dediğimiz hayvan da beş yaşını doldurmuş, altıncı yaşından gün almış olması lazım Müslümanlar. Kendi bildiğiniz yapamayın bu işi. Usulü var, adabı var, evkanı var. Kendi bildiğini yaparsan adet olmuş olur. Allah Resulü'nün gösterdiği gibi yaparsan ibadet olmuş olur. Adet başka şey, ibadet başka şey. Aman dikkat, dikkat. Bir diğer husus da hemen kesiyorum. Biliyorsunuz kurban kesmek için altı tane sıfat lazım. Müslüman olacak bir Allah gayrimüslimlerin kestiği hayvanı kurban kabul etmiyor. Gayrimüslim bir adam yüz bin hayvan kese kurban olmuyor. Kurban Müslüman olmaz. Müslüman olacak. İki, akil olacak. Akil demek aklı başında. Çocuklar ve deliler kurban kesemez. Malik olacak. Yani erginlik çağına girmiş olacak. Dört, nisaba malik demek on beş günden fazla kalmamak niyetiyle memleketine giden adam memlekette kurban kesemez. Seser de salak olur, kurban kesemiş olur.

Listen Next

Other Creators